Uluslararası bilim ortak bili “Latince” dir. Bushcraft (Doğada Hayatı İdame Disiplini) branşı gereği doğal yaşam zincirini sürekli araştırılıyor, sürekli öğrenmeye, dağarcık geliştirmeye çaba sarf ediliyorsa elde edilen bilgi ve tecrübelerin doğruluğundan emin olmak için izlenmesi gereken yol bilimsel sistematik, faydalanılacak kaynak ise bilimsel literatürdür. Doğa hata kaldırmayacak düzeyde net bir işleyişe sahiptir. Kişisel fikirler, deneyler ile ortaya koyulacak hipotez kesin doğruluk taşımazken, hipotezin teoriye dönüştürülerek ispatlanması ile ortaya konulup literatür kaydı oluşturulan “kanun” lar, aksi ispatlanana kadar bilim dünyası tarafından “Doğru” olarak ele alınır. Yani hipotezler (kişisel fikirler ve deneyimler) göreceli olabilirken, doğa araştırmalarında mutlaka net veriler birincil tercih olmalıdır. Doğada gözlem yapıyoruz ve yapacağız ki var olan literatür bilgileri ve bilimsel sistematik yolunda ilerleyerek dağarcığımıza sürekli bilgi/tecrübe kazandırabilelim. Fakat dağarcığımızı oluşturan verilerin doğruluğu pratiğimizin de doğru gelişmesine yardımcı olup, sonuç olarak doğa üzerine en doğru şekilde bilgilenmemizi ve tecrübe kazanmamızı sağlayacaktır.
Doğa ile ilgili tecrübe kazanma ve öğrenme yolunda öncelikli sıranız teori, sonrasında da tatbiki uygulamadan geçmektedir. Bir konu hakkında bilgi sahibi olmadan fikir yürütmeniz sonucunda hayatınızla ödeyeceğiniz durumlarla dahi karşılaşmanız doğada an meselesidir. Örneğin, bir mantar, bitki, yılan, böcek türünün zehirli olup olmadığını, taşıdığı diğer tüm özellikleri fikir yürüterek yahut deneme/yanılma uygulamaları ile öğrenemezsiniz. (Zehirli bir mantarın zehirli olup olmadığını öğrenmek için, “Bir parça yiyelim, bakalım ne olacak?” mantığı ile hareket edilmesi çok da mantıklı görünmüyor olmalı.). Dolayısı ile, en net ve doğru verileri bilim kaynaklarından elde edebiliyorsak, bilim dili olan “Latince” yi ve ikili adlandırma (binomial adlandırma) sistemini de mutlaka biliyor olmalıyız.
Neden Latince ve İkili Adlandırma Sistemi?
Bir örnekle açıklayacak olursak;
Diyelim ki, bir mantar buldunuz ve bu mantar Türkiye’nin her bölgesinde yaşam süren türlerden birisi ise, Türkiye’nin yedi coğrafi bölgesinden bu mantarı tanıdığını söyleyen birer kişiye sorduğunuzda her birisi kendi bölgelerindeki adlandırmaya göre yöresel isimler söyleyeceklerdir. Bu mantarı, ülkemizde çok tanınan yöresel olarak “Kanlıca Mantarı” olarak ele alacak olursak; ülkemiz genelinde halk arasında “Kanlıca Mantarı” olarak bilinen çok sayıda “FARKLI MANTAR TÜRÜ” bulunmaktadır. “Lactarius deliciosus”, “Lactarius deterrimus”, “Lactarius salmonicolor”, “Lactarius sanguifluus” türleri ülkemizde ilk göze çarpan ve “KANLICA MANTARI” olarak yöre halklarının adlandırdığı mantarlardır. Şimdi, birisi “Kanlıca Mantarı” dediğinde hangi mantardan söz ettiğini nasıl anlayabilirsiniz? Yahut, onun “Kanlıca Mantarı” olarak adlandırdığı mantar belki de sizin yörenizde bölgesel olarak “Melki Mantarı” ismi ile biliniyorsa, doğruyu kim biliyor olabilir? İşte bu tamamen göreceli bir durumdur.
Bilim NET veriler üzerine kuruludur.
Yukarıdaki “Kanlıca Mantarı” örneğinden devam ederek, “Kanlıca Mantarı” yöresel tanımı dünyanın başka bir bölgesini bırakın, ülke içindeki herhangi farklı bir bölgede dahi farklı bir türü ifade edebiliyorken, literatür kaydı yapılmış, Latince binomial tanımlar dünyanın her yerinde “TEK TÜRÜ” ifade eder ve karıştırılması mümkün değildir. Yani, “Lactarius deterrimus” Türkiye’de de, Çin’de de, Avustralya’da da veya dünyanın herhangi bir yerinde de aynı türü ve tek mantarı ifade eder. Ama Lactarius deterrimus türüne Türkiye’nin değişik bölgelerinde “Kanlıca Mantarı, Melki, Kırmızı Mantar vb.” yöreye göre değişkenlik gösteren isimler verilmektedir. (Tüm bilim kaynakları ve bilimsel kayıtlar bu sistematikte ve bilim ortak dili üzerinden oluşturulmaktadır. Dünya üzerindeki farklı uyruklardan bilim insanları da bu ortak dili konuşarak bilim öğrenip, bilim öğretmekte oldukları gibi bilimi yine bu dil ve bilgiler ışığında geliştirmektedirler.)
Başka bir örnekle, Ursus arctos (Boz Ayı) türünün ülkemizde yaşam süren türü olarak “Ursus arctos arctos” (Avrasya Boz Ayısı) türü de boz ayı türüdür, Ursus arctos middendorffi (Alaska Boz Ayızı / Kodiak Ayısı) türü de boz ayı türüdür, Ursus arctos horribilis (Kuzey Amerika Boz Ayısı / Grizzly Ayısı) türü de boz ayı türüdür. Buradan yola çıkarak, sadece “Ayı” veya “Boz Ayı” dediğimiz zaman hangisinden bahsettiğimizi nasıl anlayabilirsiniz? Kaldı ki bu üç tür de boz ayı alt türleridirler. Her birisi de literatür kaydı olan, kendine has özelliklere sahip alt türlerdir. “Ayı” genel bir tabirdir. Ayı, Ayıgiller (Ursidae) familyasının üyelerinin her birisine verilen genel adlandırmadır. Bu familya dahilinde farklı cinsler, türler, alt türler bulunur. “Kara Ayı”, “Boz Ayı”, “Kutup Ayısı”, “Gözlüklü Ayı”, “Tembel Ayı”, “Asya Siyah Ayısı”, “Amerika Siyah Ayısı”, “Malaya Ayısı”, “Panda Ayısı” gibi bazı örneklerini verebileceğimiz farklı türleri, alt türleri var olduğu gibi, aynı familya (aile) dahilinde olup, farklı cinse mensup olanlar dahi mensuptur. (Örneğin; Tembel Ayı türü (Melursus ursinus) yine bir ayı türü olup, Ayıgiller familyasına dahil olsa da, “Melursus” cinsi olarak farklı bir ayı cinsidir. Başka bir örnekle; “Boz Ayı” (Ursus arctos) ve “Kutup Ayısı”(Ursus maritimus) türleri aynı familya ve aynı cinse mensup olup farklı türlerdir. Yani, her ikisi de “Ursus” cinsi olup, “Boz Ayı” “arctos” türü, “Kutup Ayısı” da “maritimus” türüdür. Alt türleri de incelemede gözden kaçırmamak gerekmektedir.)
Bu iki örneğin yeterli olduğunu düşünerek belirtmek gerekir ki, “Doğal Yaşam Zinciri” genel adlandırmalarla incelenerek sağlıklı bilgiye ulaşılabilecek, kısa yoldan yeterli tecrübe seviyesine kısa zamanda ulaşılabilecek kadar basit bir yaşam döngüsüne sahip değildir. Doğal yaşam zinciri net veriler üzerinden işleyiş içindedir, onun hakkında istediğini öğrenmek isteyen insanoğlunun da kurallara uygun şekilde, doğru yolu izleyerek (bilimsel literatür), doğru dili kullanarak (latince ve binomial adlandırma sistemi) doğru bilgi sentezinde bulunması gereklidir. Aksini düşünen kişi veya kişiler çok açık şekilde “Bilimi ve Bilim İnsanlarını” hafife almış olup, büyük saygısızlık etmiş olurlar.
Günümüze kadar yetişmiş ve yetiştirilmiş tüm bilim insanları bu yol üzerinde yürüyerek, bu dili öğrenip konuşarak bulundukları noktalara gelmiş, getirilmişlerdir. Dolayısı ile, nasıl ki bir kanser hastası kendisini ilgili branşın tıp hekimlerine teslim etmek yerine, amiyane tabirle kocakarı ilaçlarına, halk arasındaki hurafecilere teslim etmesi mantıksız, hatta delilik olarak görülüyorsa, bilime ve bilim insanlarına da gereken saygı gösterilmelidir. (Düşünebilir misiniz ki, ilgili branş hekimi dışında, gerekli tıp eğitimini almamış, yeterli tecrübeye sahip olmayan sıradan bir vatandaş sadece fikir yürüterek bir kişinin kanser hastası olup olmadığını, durumunun son aşamada net olarak ne olduğunu bilebilsin.) Unutulmamalıdır ki, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak kişiyi anlık hayati risklere dahi sürükleyebilir.
Kısaca özetlemek gerekirse, bilim yolunda öğrenmek istediğiniz herhangi bir konunun net verisini elde etmek için, neyi araştırdığınızı net olarak tespit etmeli ve bu net veri üzerinden literatür kaynaklarını incelemelisiniz. İşte, neyi aradığınızı net şekilde belirlemek için de, yine yukarıdaki örnekle, aradığınız boz ayı türünün örneğin “middendorffi” alt türü olduğunu unutmayarak, bilimsel adlandırması ile “Ursus arctos middendorffi” (trinomial adlandırma) tanımını baz alarak araştırmanızı akademik kaynaklardan yapmalısınız. Aksi takdirde, aradığınız bu alt türün net bilgisine “AYI” genellemesi üzerinden ulaşamazsınız. Dolayısı ile, bunun aksini iddia eden zihniyet de “Bildiğini zannedip, yanlış bilgi sahibi olanlardır.” ki, bu en tehlikelisidir. (Aynı şey “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma yolunda fikir yürütmeye çalışanlar için de geçerlidir.).
Bilim dili de bir dildir. Nasıl ki, dilini bilmediğiniz bir ülkede ne konuşabilir derdinizi anlatabilirsiniz, ne de diğer insanları anlayabilirsiniz. Bilimde de durum aynı şekilde keskinliğini ortaya koymaktadır. Bilimden faydalanmak ve bilimi kaynak edinmek isteyenlerin bilim dilini ve bu dili nasıl konuşup, nasıl anlayacağını öğrenmesi şarttır. Kimse kusura bakmasın ki, bilim onu öğrenecek, ona muhtaç kişilerin ayağına gidip, onların diline dönüşmek durumunda değildir, bilime muhtaç kişi/kişilerin onun dilini öğrenmesi gerekmektedir. Bu kadar bilim insanı bilim dünyasının doğuşundan bu yana bu kadar çaba içerisindeyken, bilimi hafife almak ve bilim dilini “Bu nedir kardeşim, ukala ukala anlamadığımız şeyleri konuşuyorlar. Yok mu bunun Türkçesi? Bilmediğimiz kelimeleri konuşup konuşup, gösteriş yapıyorlar, bir şeyleri bildiklerini sanıyorlar. Neymiş ; “Lactarius deterrimus” muş, bildiğin melki işte, bizim köyde buna melki derler.” anlatımları, bilime ve bilim insanlarına çok büyük saygısızlık olduğu gibi, çok KESKİN BİR CEHALET ÖRNEĞİDİR. (Bunun yerine, bilim dilini bilmeyen kişinin, bilen birisi ve hatta bir akademisyenden konu hakkında bilgi almaya başvurması en doğrusu olduğu gibi, bilime/bilim insanlarının emeğine, deneyimine saygı çerçevesinde olması gerekendir.)
Yukarıda yapmış olduğumuz örneklendirmeler ve açıklamalar sonucunda, “NEDEN HURAFELER/HURAFECİLER DEĞİL DE, “BİLİM İNSANLARI”, NEDEN DENEME/YANILMA DEĞİL DE “BİLİM KAYNAKLARI”, NEDEN BİLGİ SAHİBİ OLMADAN FİKİR SAHİBİ OLMAK YERİNE, “BİLİMSEL TEMELDE BİLGİ SAHİBİ OLMAK”, “NEDEN TÜRKÇE ADLANDIRMA DEĞİL DE, “LATİNCE” İKİLİ ADLANDIRMA” konularının cevabını vermiş olduğumuzu düşünmekteyim.
(Konunun çok keskin bir çizgi üstünde olduğunu çok iyi ifade eden gerçek hayatta yaşanmış güzel bir örnek aşağıda paylaşılmıştır. Bu yaşanmış örneği herkesin okuması, kendi akıl/vicdan/mantık süzgecinden geçirmesi bilimin gerçeklik keskinliğini görmek açısından çok gerekli, faydalı ve çarpıcı bir örnektir.
Barış ARISOY
Gerçek Hayatta Yaşanmış Bir Örnek :
İsviçre Mantar Uzmanları Kuruluşu (VAPKO) ‘nun ülkemiz mantar uzmanlarından birisi olan Jilber Barutçiyan’ın ülkemizde yaptığı bir arazi ve yöresel araştırma çalışmalarının kayıtlarından birisinde çok güzel bir örnek verilmiştir. Jilber Barutçiyan Anadolu’da bir bölgede köyün birinde mantar arazi çalışması yaptıktan sonra bölge halkıyla bir röportaj yapmıştır. Röportaj sırasında bölge halkının en çok tükettiği mantar türlerini köy halkına sormuştur. Ortaya çıkan yorumlar şöyledir; Kuzu Mantarı, Kuzu Göbeği Mantarı, Etlice Mantarı, Çıntar Mantarı gibi yöresel isimler verilerek her birisi farklı bir mantara aynı ismi de verebilmektedir. Ardından Jilber Barutçiyan köylünün topladığı Kuzu Göbeği mantarı olarak bilinen (Morchella familyası) türlerden birkaçının arasında “Yalancı Kuzu Göbeği veya Ekşi Memet” yöresel ismi ile bilinen “Gyromitra esculenta” türü mantarı görüp köy halkına bu mantarı ölümcül zehirli olduğu konusunda bilgi vermeye çalışırken, köy halkı konuşması sırasında “Hoca sen yanlış biliyorsun, bu mantar zehirli falan değil, biz yıllardır severek yeriz. Çok lezzetli kuzu göbeği mantarlarındandır bu mantar.” diye diretmişler. Bunun üzerine Jilber Barutçiyan halka köy içinde kalıtsal bir rahatsızlık olup olmadığını sormuş ve aldığı cevap; “ Köyde en çok böbrek yetmezliği ve karaciğer problemleri görülür. Köydeki insanların ölüm yaşı ortalaması altmışlı yaşlardır.”. Bu durumun cevabı bilimsel kaynaklarda gün gibi ortadayken, kendisine güveni çok yüksek olan vatandaşımız atalarından aldıkları ezber bilgilere güvenerek vücutlarına toksin depolamaktadırlar. Gyromitra esculenta türü olarak bilinen mantar türü görsel olarak bir araştırmacı göze göre yenilebilen zehirsiz Morchella türlerine göre çok bariz fiziki farklılıklar taşısa da, ezber mantıkla hareket eden birisinin yenilebilen türlere çok benzetebileceği bir görünüme sahiptir. Bu tür (Gyromitra esculenta) aynı zamanda yapısında “metil hidrazin” ismiyle bilinen son derece zehirli bir molekül barındırmaktadır.(Bu mantarın içeriğinde Gyromitrine bulunur = MMH: Mono-Methyl-Hydrazine füze yakıtı olarak kullanılan bir maddedir.) Bu molekül uçucu özellikte olup mantar pişirilirken maruz kaldığı ısı ile metil hidrazinin büyük bölümü uçarak (belli bir kısmı mantarda kalıp, tüketen kişinin vücuduna aktarılır) havaya karışıp etkisi azalır ve tüketen kişiyi öldürmez. Fakat, uzun süreli olarak devamlılık halinde tüketilen bu mantardan alınan düşük dozlu metil hidrazin vücutta birikerek böbrek ve karaciğer hastalıkları başta olmak üzere ölümcül hastalıklara sebep olmaktadır. Ayrıca pişirim sırasında bu mantardan ısı ile buharlaşarak havaya karışan metil hidrazin de zehirlidir. Bu mantarın pişirilmeden direkt tüketilmesi kaçınılmaz ölümle sonuçlanacaktır. Bu bilgiler bilim dünyası tarafından kayıt altına alınmış net verilerken, köyde yetişmiş bir çoban veya köy halkı tarafından bilinmemekle birlikte, bilim dünyasına kafa tutar şekilde “Hoca sen yanlış biliyorsun. Biz atalarımızdan böyle gördük.” anlatımlarıyla doğruluğunun reddedilmesi durumuna kadar gidebilmektedir. (Atalardan görülen/duyulan bilgiler ışığında tükettiğiniz bu mantar, sizi yedikten sonrası öldürmemesi bu türün size faydalı olduğu anlamına gelmemekle birlikte, sizi yavaş yavaş öldürdüğü bilgisi bilimsel kaynaklarda sabittir. Anadolu köylerinde yapacağınız basit bir sohbette bu mantar türünün halen “Kuzu Göbeği” türlerinden birisi olarak anıldığına ve kırsal kesimdeki halkın bu mantarı sürekli tükettiğine şahit olabilirsiniz. Bölge çevresindeki resmi mantar zehirlenmesi hastane kayıtlarını incelediğinizde de “Gyromitra Sendromu” en çok karşılaşacağınız sonuçlardır. Türün isminde (Gyromitra esculenta) geçen “esculenta” kelimesinin Türkçe karşılığı “lezzetli” demektir. Fakat bu türün lezzetli olması ölümcül olmadığı anlamına gelmez !!! Söz konusu “İNSAN HAYATI” ise bu konuya bu kadar sığ bakmamak gerekmektedir !!!”. “Öldürmüyorsa iyidir.” gibi, sebep/sonuç ilişkisi kurmadan düz mantıkla ilerlemek insana kaybettirmek dışında başka bir şey kazandırmaz.) İşte kayıt altına alınmış bu röportajda ortaya çıkan durumun ciddiyeti çerçevesinde, bushcrafter (doğada hayatı idameci) olmak babında, adı üstünde “HAYATI İDAME ETTİRMEK” ise amaç, kesinlikle “bilimsel literatüre öncelikli yer vermek” kaçınılmazdır. Amacınız hayatınızı sürdürmekse, doğada hayati riskleri minimuma çekebilmek ilk amaç olmalıdır ki, bunun da yolu deneme/yanılmadan geçmek yerine kayıt altına alınmış net verileri değerlendirmeye alarak, arazide uygulamalı olarak metodsal ve sistematik hareket etmekten geçer.
Barış ARISOY